Yüz ve hastalıkları
Yüz, görme, işitme, koku, tat ve dokunma olmak üzere beş duyuyu bir arada toplama özelliğine sahiptir. Kimliği temsil ettiği için aynı zamanda, maddi dünyanın (renkler, sesler, tatlar, kokular ve sıcaklıklar) gelişmiş düzeylerini algılamaya izin veren gelişmiş alıcılar sayesinde dış dünyayı “hassas” bir şekilde algılamanın özel merkezidir. Onların aracılığıyla, içimizdeki bu düzeyleri algılamakta ya da kabul etmekteki güçlüklerimizi ifade edeceğiz. Bunu gözler, kulaklar, burun, ağız ya da deri aracılığıyla yapabiliriz.
Yüzdeki genel rahatsızlıklar bize, bir kimlik sorunundan, sahip olduğumuz ya da bizde olduğunu sandığımız kabul edilmesi gereken bir güçlükten söz edecektir. Akne, egzama, kırmızı lekeler, aynı zamanda sakal, bıyık vb. ya hoşumuza gitmediği için ya da çok güzel olup istediğimizden daha fazla ilgi çektiği için bu yüzü kabullenmekte güçlük çektiğimizi gösteren birçok araçlardır. Bunlar, yüzü gizlemek ya da çirkinleştirmek, değiştirmek ya da bizim hoşumuza gitmeyen kimlik imajını atmak için çeşitli belirtilerdir.
Gözler ve hastalıkları
Görme organı gözler sayesinde, dış dünyayı renkli (duygunun temsili olan) ve belirgin (yapının temsili olan) olarak görebiliriz.
Bireyin yapısını (Yin) temsil eden sağ göz, “YATAY” görüş sağlar,
bireyin kişiliğini temsil eden sol göz ise “DİKEY” görüş sağlar.
Ağaç enerji ilkesine bağlıdırlar ve bunun için duygular ve “varlık” ile en çok ilişkili algılama düzeyini ifade ederler. Bu, çocuğun aile yapısının dışında, dış dünyaya karşı duygusal işaret noktalarını belirlediği yaşam dönemi olan ergenlikte neden bu kadar çok mlyopinin ortaya çıktığını daha kolay anlamamızı sağlar.
Göz rahatsızlıkları,
Hayatımızda bir şeyi ve özellikle duygusal düzeyde bizi etkileyen bir şeyi görmekte güçlük çektiğimiz anlamına gelir. Ne görmek istemiyorum? Varlığımı ya da ona ayırdığım yerle ilgili düşünceyi söz konusu eden kim? Genellikle bu so rular bir haksızlık hissine bağlıdır.
Eğer sağ göz söz konusuysa gerilim Yin (anne) simgesiyle ilişkilidir ve eğer bu sol gözde olursa, görmeyi reddettiğimiz şey Yang (baba) simgesiyle ilişkilidir.
Bir vakada ;
Babasının ölümünden altı ay sonra, çocuğun doğum gününde sol gözü aniden şişmeye başlar. Hastaneye yatmanın ve birçok incelemenin ardından doktorlar hiçbir şey bulamaz. Doktorlar, bir şey anlamamış olan çocuğun karşısında, “gözün içinde ne olabileceğini görmek” için ertesi gün ameliyata karar verirler. Çocuk ertesi sabah uyandığında, şişlik tamamen yok olmuştur. Açıkçası, çocuk Yang (baba) ile ilgili bir şeyi “görmek”, algılamak istemiyordur. Ameliyat korkusu, onun kendi içinde bastırmayı tercih ettiği gerilim ifadesini hemen yok etmişti. Bununla birlikte, yıllar sonra, 28 yaşında, işinden dönerken kendisi de bir kaza yapmış ve bu sırada sol uyluk kemiği kınlmıştı. Kesin olarak bu dönemde, toplumsal ya da ailevi olsun, bir otorite biçimi temsil edebilen her şey ile ilgili zor bir çatışma ve kaçış evresi yaşıyordu. Babasının ölümü sırasında yaşadığı şeyi, farkına varmadan, yani “benim yerim nedir, ben kimim, beni hiç kimse anlayamaz ya da bana yardım edemez, bu haksızlık niçin” gibi sorunları tekrar yaşıyordu.
Göz ile ilgili her tür belirti, özel bir kesinlik getirecektir.
Uzağı görme bozukluğu olan miyopi, bize bulanık gibi gelen, yani iyi tanımlanmamış; belirsiz olan geleceğin bilinçaltı korkusunu temsil eder. Gözde bir kararma, hatta tam bir görme kaybıyla belirginleşen katarakt, bize karanlık gelen şu andan ya da gelecekten korkumuzu ifade eder.
Yakındaki nesneleri görme güçlüğüyle ortaya çıkan hipermetropi, şimdi ya da çok yakın bir gelecekte olacak şeyi görme korkumuzu belirtir. Özellikle yaşlılarda görülen bu “hastalık”, yakın geçmişte olan olayları gitgide daha az ya da uzak geçmiştekileri gitgide daha net olarak hatırladıkları için, onlarda aynı süreci izleyen bellekle şaşılacak derecede benzerlik gösterir.
Hipermetropi özellikle, “görmeyi istemeyebilecegimiz” bir durumu temsil eden ölümle baglantılıdır.
Astigmatizm nesneleri tam olarak oldukları gibi değil de “bozuk” bir şekilde görme şeklinde ortaya çıkar. Bu, hayatımızda olayları (ya da kendimizi) oldukları gibi görmekte güçlük çektiğimizi simgeler.
Kulaklar ve hastalıkları
İşitme organımız kulak sesli mesajları anlamamızı, almamızı daha sonra onları kodlayarak aktarmamızı sağlar. Su ilkesiyle ve daha genişletirsek, “kökenlerimizle” ilgilidir. Kulak doktorları orada, ters dönmüş bir ceninin biçimini “okurlar” ve Doğululara göre orada, kişinin “yaşlı bir ruh” olarak adlandırılan, yani “birinci yaşamında olmayan” biri olup olmadığını görmek mümkündür. “Yaratıcı ses” bizim Evrenimizde birinci belirtidir.
Kulaklarımız bizi kökenlerimize bağlar ve ölümsüzlüğün ve bilgeliğin (Buda) simgelerinden biridir. Dinleme, bütünleşme, bize dıştan gelen şeyi kabul etme yeteneğimizin temsilidir, çünkü dinlemeyi ama aynı zamanda duymayı da sağlar. Uğuldamalar, çınlamalar, kısmi, seçmeli ya da tam sağırlık gibi kulak sorunları, etrafımızda olup biteni duymakta (hatta reddettiğimiz) güçlük çektiğimizin işaretidir.
Sağırlık sağ taraftaysa anne simgesiyle ilişki içindedir ve eğer soldaysa baba simgesiyle ilişkilidir.
———————- 0 —————–
Ağız ve hastalıkları
Ağız, beslenmemizi ve kendimizi ifade etmeyi sağlayan dış ve iç dünya arasında, besinleri ve “psikolojik besinlerimiz” olan hayat deneyimlerini aldığımız açık kapıdır. Ama başka yönde de, yani içten dışa doğru da işlev görür.
Bu durumda, içte olan ve dışarı çıkmaya ihtiyaç duyan şeyi ifade ettiğimiz, hatta tükürdüğümüz ya da kustuğumuz boşluktur.
Ağız hem Toprak İlkesi ve sindirim sistemine (Yin evresi), hem de Metal ilkesi ve solunum sistemine (Yang evresi) bağlıdır. Yeryüzü enerjilerinin (besinler, deneyimler) ve Gökyüzü enerjilerinin (hava, soluk, anlayış), Yaşam Enerjimiz haline gelmek üzere içimize girdiği kapıdır. Toprak ilkesi ve sindirim sistemine ait olması, besinlerle (yemek) ve psikolojik (deneyim) beslenmedeki önemli rolünü gösterir ve dişlerin varlığı bu hayatın içine girme, ısırma ve onu yutmak … ve daha kolay sindirmek … için bize sunduğu şeyi, çiğneme yeteneğini simgeler.
Bebekler ve yaşlılar, yutabilecekleri tek besin sıvılar olduğu için psikolojik düzey söz konusu olduğunda da duygular, bunu yapamaz ya da yapamayacak durumdadırlar. Ağız rahatsızlıkları, hayatın içinde olmak, bize sunduğu şeyi yutmakta, onu daha iyi sindirmek için çiğnemekte güçlük çektigimizin işaretidir.
Aftlar, agız iltihapları, yanaklarımızda ya da dilimizde ısırıklar, bize sunulan ya da söylediğimiz şeyin bizi tatmin etmediğinin belirtileridir. Bütün bu rahatsızlıklar, bize verilen eğitimin ya da karşılaştığımız deneyimlerin “ağzımızın tadını kaçırdıkları”, hoşumuza gitmeyen bir tatları olduğu anlamına gelebilir.
Yeni tatları, diğer bir deyişle yeni fikirleri, görüşleri, deneyimleri kabul etmekte güçlük çektiğimizi temsil eder, ama bir doygunluğun, aşırı bir deneyimin ve ara verme ihtiyacının işareti de olabilir.
Burun ve hastalıkları
Burun, havanın vücudumuza girdiği ve kokuları, yani görünen dünyadan yayılan şeyi algıladığımız boşluktur. Onun sayesinde koklayabiliriz. Duyusu oldugu Metal ilkesine bağlıdır. Burnumuzla soluk alırız, onun aracılıgıyla hava, soluk (Gökyüzü) enerjisinin içimize girmesine izin veririz.
Enerjileri özümseme düzeyi o halde, yaşamın “maddi” düzeyini özümsemeyi sağlayan ağızdakinden çok daha “hassas”tır. Böyle olmakla birlikte, “yoğunluğunu”, rengini verdiği lezzetin temel ortağı olan, koku alma duyusu nedeniyle ağızla sıkı ilişki içindedir. Lezzet/koku alma duyusu ortaklıgı, iki gözün ortaklığı kadar önemlidir.
Burun rahatsızlıkları, kendimize ya da başkalarına karşı yaşamın “hassas” boyutlarının içimize girmesine izin verme korkumuzdan söz eder.
Bu, özel yaşam, kendimizin ya da başkasının özel bilgilerini kabul etme ilişkisidir. Örneğin bu, bitkisel, hayvansal ya da insana ait olsun, kokuların cinsellikte ne kadar önemli rol oynadığını daha iyi anlamamızı sağlar.
Sinüzit, burun tıkanıklığı, koku kaybı, bize ulaşan mesajları, “özel” bilgileri kabul etmekte güçlük çektiğimizin sayısız işaretidir. Onları “koklayamayız”, “kötü koktukları” için hoşumuza gitmezler. Halbuki, “kötü kokan” nedir? Dışkılar, çürümüş şeylerdir, ama çiçekler değildir! Hayatımızda kötü kokan nedir, içimizde çürüyen ya da çürümekte olan nedir? Tutumlarımızla, ya da içimizde, başkasıyla ilişkimizde ve olaylara verdiğimiz değer konusunda “beslediğimiz” şeyle ilgili sorulacak ve ilişkilendirilecek birçok soru bulunmaktadır.
Bir başkası hakkında “Onu yakın bulmuyorum” ya da “Onu görmeye katlanamıyorum” dediğimizde, ayna etkisini hatırlayalım ve kendi vücudumuzun hangi kısmını görmek ya da hissetmek istemediğimizi düşünelim. Bu koku ya da koku almama sorunları, içimizde geliştirdiğimiz ve/veya çürüttüğümüz hiç kuşkusuz hınç, kırgınlık ya da intikam alma arzularını da ifade eder.
Son olarak, içimizdeki hayatı ve hayvani niteliklerin belirtilerinden korkumuzun büyük olduğu anlamına gelir, çünkü hayat aynı zamanda ölüm, dışkılar, çürümüş nesnelerdir. Bunlara tahammül edemeyiz, çünkü onlara değer kavramları yükleriz. Ama, en güzel sebzelerin ve güzel çiçeklerin gübrelikte ya da çürümüş şeylerin içinde yetiştiğini ve yaşamın bir sonu olmadığını ama yaşama doğru bir geçiş olan ölümle beslendiğini belki de çok çabuk unuturuz.
( uyarı : Tıbbi tedavi yerine geçmez ve alıntı içerir )